Bu gün ( 04 Kasım 2018 ) hava mevsim itibariyle birazcık soğuk olsa da güneşliydi. Hanıma dedim ki kahvaltımızı yaptıktan sonra seninle birlikte Günpınar Şelalesi’den başlayıp, Beybağı, Kılıçbağı, Sayfiye Mehmet Paşa ve Kaldırım mahallelerini içerisine alan vadi boyunca sararmış yapraklarla bezeli güzel coğrafyayı gezelim dedim.
Öncelikle; geçtiğimiz aylarda Tabiat Parkı ilan edilen Günpınar Şelalesi ve çevresini gezdik. Sararmış yaprakları arka fon olarak kullanmak suretiyle fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmedik. Yaz aylarının o izdihamı bitmiş, adeta terk edilmiş bir mekân misali melül mahzun bir şelale karşımızda duruyor, ama “ ey insanoğlu siz yok iken ben buradaydım, siz gelmeseniz de ben bana verilen görevi yerine getirmeden asla vazgeçmem” dercesine köpürerek akmaya devam ediyordu. Orayı terk ederken beyaz bir kedinin bize doğru geldiğini gördük. Belli ki yazın binlerce kişinin serinlemek maksadıyla geldiği Şelale’ye bu sıralar gelip giden yok, rastlamışken şunlara bir merhaba diyeyim demişti kendi dilince…
Daha sonraki durağımız Fatih Güneş’in yeri oldu. Yazın sıcaklığın 40 ları gösterdiği günlerde Koyu gölge ve sepserin ortamı sağlayan cevizler yaprak dökmüş ağaçlar çıplak kalmıştı. Fatih Güneş’e bir merhaba dedik. Kendisi ise sezonu bitirdiğini, sandalyeleri pergulaler içerisine yerleştirdiği ve çevreyi dökülen gazellerden temizlediğini, bundan sonra artık yeni sezon için kışın yapılması gereken işleri tamamlamaya çalıştığı söyledi. Kendisine kolaylıklar dileyerek oradan ayrıldık.
Günpınar mahallesinde özellikle “Çakıl” da birkaç kişi vardı. Belli ki herkes kış gelince devamlı ikamet yerleri olan Çukurova, Ankara, İstanbul…a gidivermişti. Vadi boyunca uzanan sapsarı olmuş kavak ağaçları eşliğinde, kendisini Malcanlı olarak tanıtan bir kardeşimize rastladık. Yol kenarına yapmış olduğu kulübe tarzı dükkânının önüne açtığı tezgâhında Biber, Kayısı çeşitleri ve ceviz vardı. Kendisinden 1 kg ceviz satın aldık ve oradan ayrıldık.
Beybağı mahallesine gelince tabii ki yol 2 ye ayrıldı. Ben hanıma “bak hanım bu gördüklerimiz göreceklerimizin daha 10 da 1’i daha başka güzellikler bizi bekliyor” dedim. O nedenle aşağıya doğru gidiyoruz, dedim. Devam ettik. Yol önceki yıllara nazaran kumlanmış ve arabayı yormadan rahat bir şekilde gidebiliyorduk. Bir ara yolun sol tarafından yüksek ve taştan yapılmış duvarlar gördük. Bu duvarlar 3 yıldır yapımı süren Büyükşehir belediyesi tarafından yaptırılan davarlar olmalıydı. Yol genişlemiş sel dereleri ıslah edilmişti. Yazın oldukça yoğun olan bu bölgelerde de kimse kalmamış el ayak çekilmiş, kargalar kırıp içini yiyebilmek için yukarıdan ceviz bırakıyordu yollara…
Bir müddet gittik ve yolun sağında kırmızı bir pikap gördük… Hanım, bu bizim komşularımız Tahsin amcanın (Tahsin Tok) arabası herhalde dedi. (Kendileri yazın Kılıçbağı mahallesindeki bu evlerinde 3 -4 ay kadar kalırlar.) Ben arabayı sola çekip durdum. O sessizliğin içerisinde bir aracın sesi iyi çıkmalı ki evin kapısı aralandı. Fikriye teyze karşıladı bizi… Bilseniz ne kadar memnun oldular… Bir müddet oturduk… Hal hatır sorduk çaylarını içtik… Tabi bu ziyaretin karşılığı olarak sağ olsunlar bize kayısı hediye etmeyi de ihmal etmediler.
Sayfiye mahallesi derken eskiden aklıma sağda “Tenekeli Cami” solda ise Sayfiye İlkokulu gelirdi. Cami hala yerinde dursa da ilkokul’un kapısı kilitliydi. Yani okul öğrencisizlikten kapatılmıştı. Aracımızla giderken TRT FM’de dokunaklı bir türkü söyleniyor benim de gözlerimden damlalar dökülüyordu. Bir ara çocukluğumu ve o günün Darende’sini düşündüm…
Darende ilçe merkezindeki dikey yapılaşmanın verdiği rahatsızlıktan olsa gerek yol boyunca sağlı, sollu kerpiç ve çıkarmalı evleri gördükçe bundan 20 -25 yıl öncesi aklıma geldi. O güzel komşuluk ilişkileri, hatır gönül saymaları, küçüğün büyüğü saydığı, büyüğün küçüğü sevdiği yılları… Komşuların birlikte ekmek yaptıkları, ağır işlerde birbirlerine yardım ettikleri yılları…
