Kayısı Diyarı Balaban'dan Bir Anım
Balaban her mevsimde ayrı güzeldir. En hareketli zaman kayısı indirme zamanıdır. Her şehirden yardıma gelenler ve sıla ziyaretine gelenlerle evlerden misafir eksik olmaz. Sabah erken bahçeye gidilir, akşam geç saatte gidilir. Temmuzun sıcağında sokaklar sakin, evler sıkıcı oluyor.
Eşimle Balaban'ın şifalı içmecesine bir hafta boyunca, sabah akşam gitmeye karar verdik. Sarıçiçek dağının uzantısı, Gransarı tepesinin eteğinde şifalı içmecede sabah akşam küfür küfür rüzgâr eser. İçmece tarafından güneşin doğuşunu, Balaban tarafından batışını seyretmeye doyum olmaz. İçmecenin sonbaharda şifalı olduğu söylenir ama yazın da gelenler de oluyor. Sabah güneş doğarken ve akşam güneş batarken şifalı su içme saatleridir. Şifa için gelenler, gezmeye gelenler o saatlerde çok hareketlidir. Yere kadar sarkan söğütlerin gölgesindeki masalar ziyaretçilerle dolu. Çocuklar cıvıl cıvıl etrafta koşturuyorlar. Şifalı su akan çeşmenin yakında, cilt hastalıklarına iyi gelen, beyaz toprak çamur yapılarak, cilde sürülür.
Etrafı seyrederken dört çocuk bir aradalar. İkisinin ellerine, yüzlerine çamur sürmüşler, yıkamak için bekliyorlar. Yaşları 5-12 arası gibi. Çeşme başı kalabalık, çekingen bir şekilde kenarda duruyorlar. Yaklaştım “Geçmiş olsun çocuklar, neyiniz var?” dedim. Büyük olan: “Bende egzama var. Bunlar da sinekten yara oldu” dedi. “Aileniz nerede? Yalnız mısınız?” dedim. “Teyze, biz Urfa’dan kayısı işi için geldik. Aşağı bahçelerin birinde ailemizle çadırda kalıyoruz” dedi.
Çeşmenin başındaki grup sohbete dalmıştı. “Müsaade edin çocuklar yüzlerindeki çamuru yıkamak için bekliyorlar” dedim. Sarı dalgalı saçları, yeşil gözleri olan beş yaşındaki kız kardeşlerinin yüzünü yıkamasına yardım ettim. Beyaz teni yara içindeydi. Çocuklar yüzlerini yıkadılar. Gittikleri okulları ve adlarını sordum, sohbet ettik. Büyük 12 yaşında Muhammed, Ahmet, Celal, Dilan, Celal Suriyeliymiş. Ahmet, hafızlık okuyormuş, Muhammed de ortaokuldaymış. “Çocuklar yarın sabah gelecek misiniz?” dedim. “Yok teyze gelemeyiz, sabah beşte kalkıp patik (kayısının çekirdeğini çıkartma işlemi) yapıyoruz” dediler. “Benim adım Nermin. Akşamüstü altıda gelirseniz, size hediye getireceğim” dedim. Ankara’dan gelirken, bayramda çocuklara dağıtmak için kitap, kırtasiye, giysi, hediyelik eşyalar getirmiştik. Akşamdan bir koli kitap, yaşlarına uygun giysiler, çeşitli hediyeler hazırladım. Çantalara lokum ve çikolata koydum. İçmeceye geldiğimizde, söğüt ağacının gölgesinde, masanın başında oturuyorlardı. Geldiğimizi görünce ayağa kalktılar. Elimdeki çantalara bakıyorlardı. Kitapları masaya dizdim, diğer masalarda oturan anne babalardan da çocuklarını çağırmalarını istedim. Çikolataları gelen çocuklara dağıttım. Anneleri kitap seçti, onlar gitti. Ben getirdiğim hediyeleri çıkarttım. “İstediğiniz gibi paylaşın, hepsi sizin” dedim. Hatıra olsun diye, izinlerini de alarak bir fotoğraf çektim. Dilan gelmemişti, başına sıcak geçmiş, hasta yatıyormuş. Ona çanta hazırladım. Çocuklar heyecanla birazda utanarak seçtikleri rengârenk kramponları giydiler. “Olmayanları başka çocuklara verin” dedim.
Kitapları dağıttığım an yüzlerindeki ifade görülmeye değerdi. Elimi öpmek istediler, tekrar tekrar teşekkür ettiler. “Çocuklar teşekkür etmeyin, okumak için söz verin” dedim. Muhammet: “Teyze bizim derslerimiz çok iyi, okumaktan başka şansımız yok. Biz büyüyünce babalarımızın, annelerimizin çektiği sıkıntıyı çekmek istemiyoruz” dedi.
Ahmet gülerken simsiyah yüzünde dişleri inci gibi gözüküyordu. Suriyeli Celal çekingendi. “Sen neden konuşmuyorsun?” dediğimde boynunu büktü. Çadırda iş zamanı anneleri, tertemiz girdirmişlerdi. Yanlış yürütülen göçmen politikaları yüzünden; haklı olarak, “Ülkemde Suriyeli istemiyorum” dediğimi düşündüm.
Celal’in güneşten çatlamış yüzüne, kanlı gözlerine bakarken “Savaşınız batsın!” dedim. Çocuklar nerede olursa olsun savunmasız, masumlar. Diğer çocuklar da öyle… Oyun yaşında, Urfa’dan Balaban’a gelmişler, erkenden kalkıp ailelerine yardım ediyorlar. Herkesin işi aşı rahat yaşayacak kadar olsun, evinde yurdunda huzur içinde yaşasınlar. Annelerinize verin diyerek iki paket lokum verdim. Hiç konuşmadan duran Suriyeli Celal, gözlerime bakarak elimi öptü, “Sağ ol” dedi.
Muhammet döndü: “Nermin Teyze sana söz veriyorum okuyup büyük adam olacağım. Ben de her zaman çocuklara böyle hediye dağıtacağım” dedi.
Giderken dönüp bir bana, bir ayaklarındaki ayakkabılarına bir ellerindeki çantalara bakarak uzaklaşırlarken etraftakiler bizi seyrediyordu. SAVAŞLAR OLMASIN ÇOCUKLAR ÖLMESİN! Herkes kendi memleketinde huzurla yaşasın...